Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...

24/02/2011

GDO’lar ve İnsan Sağlığı


ABD’de yeşil devrim olarak da adlandırılan bu süreci savunan eski başkan George W. Bush, "Dünyanın çok büyük bir kısmı açtır. Genetik olarak değiştirilmiş bitkiler, yüksek verimli, hastalıklara dayanıklı üretimi doğurur. Dolayısıyla dünyanın açlığını önlemenin tek yolu, genetik olarak değiştirilmiş organizmaların üretimini gerçekleştirmektir" sözleriyle, geleneksel tarımın olumsuzluklarına karşı, genetik tarımı desteklediğini belirtmişti. Oysa Amerikan standardlarındaki bir tüketim seviyesinde ziyan edilen veya atılan gıdanın tasarruf edilmesi ile, GDO ve benzeri araştırmalara gerek duymadan, dünyada açlık sorununa kesin çözümler getirmek mümkün!

GDO’lu tohum üreten şirketlerse, genetik yapısıyla oynanarak oluşturulan yeni tohumların, her türlü böcek ve ot ilacına karşı dirençli hale getirildiğini ve bu şekilde tarımda verimlilik artışı sağlanacağını idda ediyorlar. Tabii herkes böyle düşünmüyor. Çevreye duyarlı birçok insan ve sivil toplum örgütü, üçüncü dünya ülkelerindeki insanların büyük bir çoğunluğunun açlık sınırlarında yaşamak zorunda olmasının esas nedeninin üretim potansiyelindeki eksikliklerden çok, üretimin dağıtımının adil olmayışından kaynaklandığına inanıyor.

Dünya çapında örgütlenen birçok insan, GDO’nun açlığa çözüm olmadığını ve tam tersine doğal yaşamın çok uluslu şirketler tarafından kontrol altına alınarak, gelişmekte olan ülkelerinin ve tarım nüfusunun sömürüye açık hale getirildiğini savunuyor.

Canlıların doğal süreçleri içinde değişikliğe uğradıkları kaçınılmaz bir gerçek. Bugün gıda olarak tükettiğimiz bitkilerin hemen hemen hepsi, insanların müdahalesi ile ya da doğal süreçler sonucu gelişerek, bugünkü özelliklerini kazanmış, çeşitlenmiş, ve ihtiyaçlarımızı karşılayacak şekilde zenginleştirilmiştir. Ancak bu değişikliklerin hiçbiri farklı türler arası genetik alışverişini içermemektedir.

GDO’lu bitkiler ve hayvanlardan elde edilen ürünlerin tüketilmesi sonucunda ortaya çıkacak olan insan sağlığı üzerindeki etkilerin başında alerjiler gelmektedir. Bu durumun esas nedeni, genetik yapı değişiminde, verici kaynağın alerjen özelliklerinin transfer edilen bitkiye ya da hayvana geçmesinin engellenememesidir. Bu duruma verilecek en iyi örneklerden biri, 1996 yılında Brezilya kestanesi ve fındığından soya fasulyesine aktarılan geni içeren ürünlerin bazı insanlarda alerji yapması nedeniyle marketlerden toplatılmış olmasıdır.

Genetik olarak değiştirilmiş organizmalar potansiyel bir toksisiteye de sahip olduklarından, GDO’lu bitkilerde bulunan özellikle zararlı ot ve böcek öldürücü genler insanlar için de önemli riskler oluşturmaktadır. Bu genlerin kullanılmasının pestisit (böcek ve yabani ot öldürücü kimyasal maddeler) kullanımını ortadan kaldırmış olması, toksik madde kalıntılarının tamamı ile yok olduğu anlamına gelmemektedir. Bu yiyeceklerin canlılar üzerindeki zararını anlamak için GDO’lu ve normal patateslerle beslenen iki grup farede yapılan çalışmada; normal patateslerle beslenen farelerde hiç bir sorun olmamasına karşın, GDO’lu ürünlerle beslenenlerin sindirim sistemlerinde önemli zararlar belirlenmiştir. Toksik etkilerinin yanında, GDO’lu bitkilerin doğrudan ve dolaylı olarak kanserojen etkisinin olabileceği birçok araştırmacı tarafından kanıtlanmıştır. Bunların başında gelen herbisitlere dayanıklı GDO’lu pamuk, soya, mısır ve kolza çeşitlerinin içerdiği çeşitli kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları bilinmektedir.

GDO’lu besinlerin en büyük zararlarından bir diğeri ise besin değerlerindeki hafife alınamayacak kayıptır. Değişime uğrayan bitkinin orjinal yapısında bulunan bazı besin değerlerinde önemli azalmalar olduğu bu alanda yapılan çalışmalar tarafından tespit edilmiştir.

Bilinçli bir yaklaşımla GDO’lu yiyeceklerden kaçınmak mümkün. Bunun için GDO içermeyen ve “100% organik”, “organik”, veya “organik içeriklidir” etiketi taşıyan organik ürünlere yönelmek gerekir. Çeşitli sebeplerden dolayı organik olmayan ürünleri tüketmeyi tercih ediyorsanız, ürünlerini “GDOsuz” olarak etiketleyen şirketleri destekleyin. Mısır, soya fasulyesi, kanola ve pamuk gibi genetiği değiştirilmiş tüm ürünlerden kaçının.

Kullanılmaması gereken mısır içerikli ürünler arasında mısır unu, yağı, nişastası, gluteni, ve şurubuna ek olarak fruktoz, glikoz, ve dekstroz gibi tadlandırıcılar ve modifiye edilmiş gıda nişastası gelmektedir. Soya içerikli ürünler arasında soya unu, lesitini, proteini, ve bitkisel yağ bulunurken; kanola yağı ve pamuk yağı da dikkat edilmesi gereken ürünler arasındadır. ABD’de şeker pancarı da GDO’lu gıda ürünleri içinde yer aldığından, organik ve GDO içermeyen şekerleri veya tamamı ile şeker kamışından elde edilen şekerleri tercih etmek mantıklı olacaktır.

Özetlemek gerekirse, GDO’lu ürünlerin insanların sadece bağışıklık sisteminde değil, sinir yapısında da tahribatlar yapabileceği ve mikroplu hastalıklara karşı kullanılacak antibiyotiklerin etkinliğini azaltabileceği gibi, kanser ve alerjik reaksiyonlara neden olabileceğini kanıtlayan bilimsel çalışmalar gözardı edilemeyecek boyutlardadır. GDO tespiti konusunda bilimsel araştırmalar halen tüm dünyada sürmekte ve mevcut testler her gün geliştirilmektedir. Bu noktada ülkemizin de gereken girişimleri yapması şarttır. Her alanda olduğu gibi, sağlıklı bir hayat için bilinçli seçimler yapmak ve bu seçimlerin sürdürülebilir olmalarını sağlamak elimizdedir.


Çise Ünlüer (20 Şubat 2011)

No comments:

Post a Comment