Arayın, Yeşil Hayatı Tarayın...

19/07/2009

Sürdürülebilir Yaşam Örneği: Ekokent!



Hava koşullarının çok uzun bir zamandır değişiyor olmasına rağmen, “süredürülebilirlik” kavramına ilk kez 1972'de Stockholm'de yapılan İnsan Çevresi Konferansı’nda dikkat çekilmiş, kaynak kullanımında kuşaklar arası bağlantı ve kalkınma ile çevrenin birlikteliği ilk kez vurgulanmıştı. Üzerinden yıllar geçmiş olmasına ve bu süreçte ekolojik denge konusunda daha pek çok uluslararası hareket gelişmiş olmasına rağmen, ancak 2005 yılında Kyoto Protokolü yürürlüğe girmiş ve gelişmiş ülkeler sera gazı emisyonlarını 1990’daki düzeyin yüzde beş (5%) altına indirmeyi kabul etmişlerdir.

Bu durumda bir öz eleştiti yapacak olursak; çevre, ekolojik denge, küresel ısınma gibi konular için alınabilecek pek çok önlem ve atılabilecek bir çok adım olmasına rağmen ülkemizde geniş çapta gerçekleştirilen farklı çözüm arayışları hala daha mevcut değildir. Bugün bile evsel atıklarımızın geri dönüşümü için yerel yönetimlerce geliştirilmiş bir çöp toplama sistemimiz yok. Yıllardır çok yakın bir gelecekte karşılaşacağımızın söylendiği su savaşlarının çok olası bir durum olduğunu, bu konuda yapılan bilimsel araştırmalardan, ülkemizde çekilen su sıkıntılarından, her yıl azalan su seviyesinden ve uluslararası gerginliklerden bile görmek mümkün. Çevre bilincinin gelişmiş ülkelerde bile daha yeni artması, görsel ve yazılı basın organlarının yardımı ile olmuştur. Medya tarafından halka ulaştırılan yayınlarda, sürekli tükenen ve kirletilen doğal kaynaklardan ve ekolojik tolerans sınırının aşıldığından bahsedilmiş, doğal kaynakları dengeli kullanma konusunda uyarılarda bulunulmuştur. Böyle bir süreçte dünyanın geri kalanı ile kıyaslandığında, ülkemiz basınında bu türden uyarıcı veya bilinçlendirici yayınlarla çok az karşılaşmak ve diğer taraftan idari organlardan da bu yönde atılan örgütleyici, yönlendirici ve zorlayıcı adımların böylesine düşük seviyelerde kaldığını görmek çok üzücüdür.

Bu eksikliği kapatmak için küçük bir adım da olsa, bu hafta sizlere çevre korunmasında çok önemli bir yeri olan “ekokent” kavramından bahsetmek istiyorum. “Sürdürülebilir şehir”, ya da diğer bir adıyla “ekokent” kavramı ilk olarak 1987 yılında Richard Register tarafından yazılan Ecocity Berkeley: building cities for a healthy future (Ekokent Berkeley: sağlıklı bir gelecek için sehirler kurmak) kitabında bahsedilmiştir. Register’e göre “ekolojik olarak sağlıklı” anlamına gelen “ekokent” aslında gerçekte var olmamakla birlikte, küresel ısınmanın baş gösterdiği günümüzde büyük ilgi görmekte, şehir-bölge planlamacıları, mimarlar ve yerel yöneticiler tarafından tartışılıp geliştirilmektedir.

Esas amacı doğayı korumak ve gelişmekte olan ülkelerde yaşam kalitesini yükseltmek olan ekokent yaklaşımı iki temel ilkeye dayanır; münkün olan her şeyi dönüştürmek ve otomobil kullanımını en aza indirgemek. Bununla birlikte, enerji kullanımı konusunda verimli binalar inşa etmek; ilkim faktörünü dikkate alan tasarımlar geliştirmek; toplu taşımacılığı yaygınlaştırmak ve kenti oturma alanı, ticaret alanı ve sanayi alanı olarak ayırmaktansa, çalışma ve oturma alanlarını birbirine yakınlaştırma gibi yaklaşımlara dikkat çekiliyor. İki tipik örneği Çin’deki Dongtan ve İspanya’daki Sociopolis olan ekokentlerin kurulma nedenleri arasında mümkün oldukça topluluğun bio-alanı içinde organik yiyecek üretimini desteklemek; evleri ve diğer binaları yerel malzemelerden inşa etmek; yenilenebilen enerji sistemlerini birleştirerek kullanmak; biyolojik çeşitliliği korumak; ekolojik iş prensiplerine sadık kalarak kullanılan tüm ürünlerin yaşam sürecini sosyal, ruhsal ve ekolojik açıdan değerlendirmek; düzgün enerji ve atık yönetimi ile toprak, su ve havayı temiz tutmak; doğayı korumak ve vahşi doğa alanlarını muhafaza etmek gelmektedir. Ekokent tasarımlarının yaygınlaşması durumunda mümkün olan en az miktarda doğal kaynak kullanarak ekolojik ayakizini en aza indirebilir; sera gazına yol açan uygulamaları sıfırlayarak sıfır karbon ilkesini hayata geçirebilir; kent içi ulaşımda motorlu araçları safdışı edip yürümeyi en mümkün hale getirerebilir; güneşten, rüzgardan, akıntıdan, dalgadan enerji kaynağı olarak en yüksek düzeyde faydalanabilir; kullanılabilir suyu en az düzeyde atıksuya dönüştürmeye sebep olabilir; binaları ve cadde-sokak düzenini hava akımlarını kesmeyecek şekilde tasarlayabilir; kentin gıdasını kent içi ve kent çevresinde aynı kentin insanları tarafından organik tarım ilkelerine göre üretebilir; ve yeniden kullanma, yeniden üretim ve dönüşüm ilkelerine uyarak ekolojik açıdan tümü ile kendine yeten yerleşim birimleri oluşturabiliriz.

Ekolojik yaklaşım uygulamaları için dünyadan birçok örnek verebiliriz. Bunlardan birtanesi serinlik sağlamak amacıyla evlerin bahçelerine fıskiyeler, rüzgâr türbinleri ve güneş panelleri kullanılan Avustralya’nın Melbourne kenti. Bu yaklaşım sayesinde evde kullanılan enerjinin yüzde seksenbeş (85%)’ini kendileri üretebiliyorlar. Ayrıca, çatılara kurulan yağmur suyu toplayıcıları sayesinde de gereksinim duyulan suyun yüzde yetmiş (70%)’i elde edilebiliyor. Ekokent projelerinde oldukça iddialı kentlerden biri olarak gösterilen Şanghay’da hükümet tarafından desteklenen bir proje altında 100,000 binanın çatısına güneş paneli yerleştirilmiştir. Başka bir örnek olarak Berlin Parlamento binasında ısınma amacıyla yakıt olarak bitkisel yağ kullanılması sayesinde karbondioksit salımı yüzde doksandört (94%) oranında azaltılmış. Paris ve Viyana gibi Avrupa’nın önde gelen şehirlerinde kamuya ait bisikletler herkesin kullanımına açık, isteyen bu bisikletleri ulaşım aracı olarak parasız kullanabiliyor. İzlanda’nın başkenti Reykjavik’de ise hidrojen enerjili toplu taşıma araçlarının geniş çapta kullanımı görülmektedir.

Ekokentler, doğanın bozulan dengesine bir çözüm üretme amaçlı, kendi kendine yeten, tatmin edici bir yaşam tarzı sürdürmeyi isteyen, birbiriyle, tüm canlılarla ve yerküreyle uyum halinde yaşamaya çalışan, kentli veya kırsal toplum insanlarının bir araya gelmesi ile oluşur. Ekokentler, dayanışma prensibine dayalı sosyal çevre ile sade bir yaşam tarzını birleştirmeye çalışır. Bunu gerçekleştirmek için ekolojik tasarım, permakültür, ekolojik mimari, yeşil üretim, alternatif enerji, toplum oluşturma uygulamaları ve benzeri birçok yöntemden yararlanılır. Bu yaklaşımların ülkemizde de uygulanması için hiçbir ciddi engel bulunmamakla birlikte, teşvikler de azdır. Halkımızın bu konuya olan ilgisini artırabilmek için gerekli kurumların medyanın da yardımı ile halkı bilinçlendirmesi, çevre korunması konusunda sadece devletimizin değil hepimizin üzerine düşen sorumluluklar olduğu gerçeğini kabullenmemiz şarttır.

KKTC’nin, toplumunun kendine yeten, çevreye ve diğer insanlara duyarlı bir anlayışı benimseyeceği; geniş ve yüksek binalar olmadan da otomobille ulaşımı zorunlu kılmayacak bir şekle geleceği; nerdeyse tüm ürünlerin dışarıdan ithal etmek yerine yerel üretimin baş göstereceği; atık sudan, ambalaj naylonlarına kadar her şeyi geri kazanabilmeyi sağlayan sistemlerle donatılacağı günlerin gerçekleşmesi dileği ile…


Çise Ünlüer (19 Temmuz 2009)
ciseunluer@hotmail.com

No comments:

Post a Comment